22 Aralık 2009 Salı

Beni asla sevmedim

Ufak bir alıntıyla başlıyorum, Don Quixote -kendi aramızda Don Kişot diyelim- Rocinante'nin sırtında, üzerinde atalarından kalma paslanmış bir zırhla bir hana girer. Han, dönemin en güzide yeri olmamasının yanısıra, boktan heriflerle doludur. Don Quixote atından iner, onu seyise teslim ederken soylu bir şövalye olarak handakileri selamlar. Lakin artık şövalye devri çoktan kapanmıştır, handakiler onunla dalga geçer. O, bunu farketmez, yergileri övgü addeder ve handaki herkese şarap ısmarlar. Gözü az önce erkeklerle itişip kakışan garson kıza erişir. Kötü zamanlarda kötü yerlerde olmanın verdiği sert mizacıyla sıradan bu garson kız, ona dünyanın en güzeli gözükür. Bu sırada yan tarafta bir adam hancıya sorar, "Şunun üzerindekilere bak, dökülüyor, pas içindeler! Bu kadar şaraba parası olduğunu nereden çıkarıyorsun?", hancı cevaplar, "Aptal! Fakirlerin delirmeye fırsatları olmaz.".

Doğal olarak, yaptıklarım arasında pek de gurur okşayıcı olmayan çok şey var. Ancak birisi var ki, ki burada The Alan Parsons Project - To One in Paradise'dan alıntı yapıyorum, kendimce uydurma şairane bir çeviriyle; "Sözlerimin bir tüy ağırlığında etmediği zamanlar oldu, saf mavi göğün bulutlarla dolduğu. Lakin bir sözcük vardı ki o an içimde, cennetteki bütün sevgiden fazlası vardı onda.", aman allahım (allah cins isim olduğundan ufak yazılır) neyi anlatçağımı unutmak üzereyim. Şimdi de bir Stephen King alıntısı yapıyorum, Kara Kule serisi, muhtemelen ikinci kitap; "Orbay, parkın kıyısında her genç gibi acı içerisinde görünmeye çalışmakla meşguldü.". Elbette kimseye boktan hayatlarını nasıl yaşamaları gerektiği konusunda ders verecek değilim, buna uygun bir yapım yok, tabii olsaydı ben de Elif Şafak gibi sikko kitaplar yazıp parayı kırardım. Öte yandan "her genç gibi acı içerisinde görünmeye çalışmak" kavramının kapsamında olarak, kendimi lanetlenmiş hissederim biraz.

2007 yazında Olympos'a gitmiştim, kimseyi tanımıyordum. İnsanların yanına yamanmak durumundaydım biraz. Ayrı güzel bir yer orası, geceleri karanlığın, ağaçların ve harabelerin içinden geçip sahile varmak, göğü kaplayan bir koyu mavi üzerine incilerle bezeli bir halıyla olmak. Bir gece, yirmilerinin sonlarında, hippi bir beyfendi bana "Sen ne kadar huzursuz bir adamsın." dedi, artık kendi hıyarlığından mı bilmiyorum, ben de kendi hıyarlığımdan mı bilmediğim bir sebeple o lafı unutamadım. Bir film olsa "takıntılı" yaftası yiyecek davranışlarda bulunuyorum, dengesizce hareket ediyorum, insanları yönlendiriyorum. Ama hep Don Quixote veya başka bir roman karakteri olmak için. Hayır, öyle değil götten anlama hemen, hayatı azıcık fazla yaşayabilmek/renklendirebilmek için. Tanımadığım insanlara sırıtırım, selam veririm, başkalarının muhabbetlerine dalarım, rol yaparım vesselam ama en lanetlendiğim konu, genç hanımlar. Tanımadığım birini biraz takip ederim, çiçek veririm, belki birkaç dize okurum, etkileyici bir söz söylemeye çalışırım, ama en çok gözlere bakarım. Bunların hiçbirini de "elde etmek" gibi sıkıcı bir şey için değil, o anlık eğlence için yaparım falan filan. Kadınları ne kadar fena halde büyüleyici bulduğum konusunda betimlemelere girmeyeceğim, konumuz bu değil. Özetle, bir aile babasının sıkıcı hayatını tercih etmeyeceğimden böyleyim.

22 Ekim 2009 Perşembe

Tırp

Az önce Cranberries - Linger'ı bininci kere izlemekteydim. Fahişeler hep çok çekici gelmiştir bana. Ah hayır, öyle kaba olanlar değil, olmak zorunda kalmış, hüzünlü bakışlı olanlar. Kendimi hikayedeki arada gelen, önemsiz, silik, tecrübesiz genç adam olarak hayal ederim. Anlamaya çalıştığını iddia eden, yarı-sempati içerisinde yaklaşan ancak diğerlerinden farksız bir şekilde kendi kibri içinde boğulan genç adam. Zaten öyle olurdum herhal.

Dönemlik Hazlar


Sandınız ki siz allahsızlar
Hazla kastım aslolarak
Sembolizmdi, dokundurmaydı
Ancak bildiğiniz
Seksi kastettim
Çatır çatır hem de.

70li yılları severim. Saçlar kabarıktı, kıyafetler güzeldi, kasıklara ağda yapılmazdı. Birkaç on yıl önce doğmuş olmam gerektiğini düşünmekteyim. Baudelaire dayımız aşkla, şarapla veya erdemle sarhoş olmamızı öğütlerken 21. yüzyılda ilkini çöpe atmak durumundayım, zira dönemimin kadınları çok kötü giyiniyorlar. Cidden. Erdemi kim kaybetmiş ki ben bulayım derkeen sadece şarap kalıyor. Siz de kalıyorsunuz. Hoşça kalıyorsunuz.

Biriyle tanışmıştım, sırf Ömer Hayyam okumak için Farsça okumuştu. Böyle adamlar evinde oturup blog yazanlar için korkulu düşler olsa gerek. Nitekim biz de -tıpkı Paris halkı gibi- en güzel esanslar arasında bile, burnumuzu boktan çıkarmayız.

2 Eylül 2009 Çarşamba

Yontmataş devri>Cilalıtaş devri

Sıkıntılı bir şekilde ayağa kalktı, ilişkilerinin geleceği için hayati önemi olan bir andı bu ve o -ah- bu genç hanımın gizli bahçelerinde dolanmayı fena halde arzuluyordu. Farklı bir yaklaşım denemek istedi, karşısındakinin de hoşuna gideceğini umdu, sırf rol icabı derin bir nefes aldı, karşısındakinin gözlerine kitlendi ve yumuşak bir tonda başladı:

-Eğer görebilseydin göğü, yukarıdaki ve böylece zihnin serbest kalabilseydi yanımda, köpüren dalgaların arasına koşardın, bense durup seni izlerdim.

Bir kadının anlamadığı şeye vereceği en genel tepki olarak kaşlarını çattı, kadınlar -doğal olarak- anlamazlardı ama anlamamak hoşlarına da gitmezdi. Sinirle:

-Ne demek şimdi bu?

-Bu demek oluyor ki çok genç ve çok güzel genç hanım, siz önümde yanıp kül olanı görmezden gelmemi istiyorsunuz. Ancak belirtmeliyim ki hala gün ışığı berraklığında gözümde sesiniz, güzelliğiniz.

O tekrar birşeyler geveleyeceksen ufak bir jestle onu susturdu ve devam etti:

-Ve genç hanım, ben düşlerime inanmıştım sadece, hiçbir şey değiştiremezdi kafamdakini. Heyhat! Ne kadar geçtir şimdi, bir zamanlar kör olduğumu görmek için.

Karşısındakini etkilemek için vurguları kullanıyor, sesine çok dikkat ediyor, bir yandan da hafif heyecanla onun yumuşak tenini hayal ediyordu. Muhtemelen -yine- sıkılacağı bir ten, ilk seferki heyecanın yerini tutmuyordu hiçbiri. Ağda yapıp yapmadığını merak etti çok kısa bir an, devam etti:

-Lakin—diye başlayacakken karşısındaki ayağa kalktı;

-Sadece bacaklarımın arasında olana kadar bütün bunlar değil mi? dedi-

Kötü bir andı, kaybettiğini bildiğinden,

-Evet, dedi.

Bitti.

25 Temmuz 2009 Cumartesi

Çıtırlar farkında değil-

Yazdıklarımı yeniden okuyunca, bunları yazanın eğitimli bir herif olduğunu bir kerecik olsun düşünmeyeceksiniz gibi geliyor bana. Mesele sözcük dağarcığı mı? Hayır. Bana göre sorun, Latince alıntıların eksikliğinden kaynaklanıyor. Başlangıçta, bu konuda çaba gösterdim, ama görüyorum ki, kaptırmışım kendimi ve harbiden özenli bir üslupla yola çıkmama rağmen, doğallık galip gelmiş.

Olsun. Ama şimdi altını çizmek istediğim şey, tüm bu olan bitenlerin ahlaki yönü.

Gördüğünüz gibi önemli olan dürüst olmaktır. Tam anlamıyla derli toplu bir herif olduğum söylenemez, ama yaptığım her şeyde içten ve dürüst davrandım. Ve ondan sonra da, aile bağlarına saygılı olmak gerekir. Ben, kardeşimin her şeyden yararlanmasını sağladım. İyi şeylerden de, kötü şeylerden de... Ama her zaman kardeşçe. Ve el ele.

Çıtırlarla işi biraz abarttığımızı söyleyeceksiniz belki de. Ne yapalım yani, çıtırlar farkında değil ki.

Boris Vian - Çıtırlar Farkında Değil

2 Temmuz 2009 Perşembe

Bardağınboşolmadığınısandığımkısmıselamnaber

Dünün karanlığı
Bugünün aydınığına
Bağlandığı vakit
Bir hüzün eylendi

İşte o vakit büyüdüğümü sandım, öyle ki dünya ayaklarımın altındaydı artık. Bütün doğruları biliyordum, tüm dünyayı gezmiştim. Bu bilincin hazzıyla kendimi düşlerken uyuyakaldım, uyanınca herşey eskisi gibiydi-

Düş

Tam da uyanmadan önce bugün, ki daha uyanmam gerekirken korkudan uyandım, yarı film fragmanı bir durumdaydım, yanda bir beyfendi şeytanın ruhunu ele geçirmiş olduğu bir genç hanımdan bahsediyordu ki kendisi de bir süre sonra bana peydahlandı, üzerine ne attıysam da umursamadı. Ben de ne yaptım biliyor musunuz genç dostlarım, üzerine koştum ve benle yatar mısın diye sordum, -anladığım kadarıyla- kabul etmedi, ama birlikte takılmaya başladık. Hoş kızdı ama arada yüzü açık yaralara dönüşüyor, sinekler bulut gibi kaplıyordu çehresini. Sonuç olarak bir münasebetimiz olmadı. Clockwork Orange tarzı anlatımıma kurban olunuz.

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Bir

Ne'den olaydı ya
Bir adet
Gözlerine doyamamak
Ruhunda dolaşmak için
Bir yaz günü-
Kan ter içinde-
Yataktan bir kalkmak için
Ver?

-

Bir ezgi vardı; zamanında
Gelmemiş ve çoktan geçmiş
Yüreğimi soğururdu metaneti
Anlamazdım, anlamazdım.

------

tämän puun jokaisella juurella haluaisin istua
kaunein polte somija sylissä
tämän puun jokaisella oksalla sydän löystyy
kipu ei satu varpuspäivänä

-----

Kabotaj Bayramı Entelizmi

Vardır ki kum taneciklerinde
Islaklığı emen bir liman
Bana geleydin ya rıhtımdan
Eteklerinden rahiyalar yüksele yüksele-

Olmadı ki günün mecmuası
Senin yüreğinin eşsiz danteli
Ve bir renk vardı, eşsiz gökte
Soğutan
Ve gözümde bir şeytana bürünen

Evet-

Artık ben de entelim. Blogun asıl amacı amatör olarak fotoğrafçılıkla ilgilenen, iki de kitap okumuş genç hanımlarla sidik yarıştırabileceğimi kanıtlamaktır - aynı zamanda eğer mümkünse bir iki tanesini kandırmak- , bu amaçta sevgili peygamberimizin de takdir ettiği üz're, savaşta aldatma sanatını kullanacağım.